gastronot

yeme-içme kültürüne dair...

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İstanbul, Türkiye

Merhaba, ben Bahar Yaka. 36 yıllık hayatımın 24 yılını doğduğum şehir olan İzmir'de geçirdim. Yemek yapmayı ve yemeyi çok seven, her öğünün adeta ritüel olduğu bir ailede büyüdüm. Herkesin bulunmak için büyük özen gösterdiği akşam yemeklerinin, geç vakit yapılan pazar kahvaltılarının tadı hala damağımdadır. Balkan kökenli bir ailenin 2. kuşak İzmir'lisi olarak, damağım hem Akdeniz mutfağının eşsiz lezzetleriyle tanıştı hem de Trakya mutfağının ot kokulu yemeklerinden tattı. Böylece yemek ve içmek hayatta en çok sevdiğim şeylerin başında yeraldı. Yaşım ilerledikçe şarapla tanıştım. Hatta tanışmakla kalmayıp kendi şarabımı yapmaya başladım. Şarabın en yakın dostu olan peynir ise, asla vazgeçemeyeceklerim arasındaydı. Her yeni tadın içindekini keşfetmek ve onu denemek en büyük hobilerimden oldu. Bu site sayesinde de bildiklerimi sizlerle paylaştım.

Cuma, Kasım 26, 2010

İlk imza günü heyecanı : )


Oldum olası kitap fuarları beni heyecanlandırır. Fuar için, İzmir'den İstanbul'a gelmişliğim bile vardır. Ama bu yıl ki Tüyap Kitap Fuarı'nın benim için önemi bambaşka... İlk kitabım "Glutensiz Tatlar"ın 6 Kasım'da gerçekleşen imza günü, insana doğru bir iş yaptığını gösteriyor, gurur veriyor.
İlk kitabın çıkması, onu raflarda görmek, alanların yorumlarını dinlemek/okumak, yazar olarak anılmak ve imzalamak çok güzel. İnsanı daha daha güzel işler için motive ediyor.

Perşembe, Kasım 11, 2010

Bir kitap da sevgili Işıl'dan : )


Bu yıl, yemek dünyasına önemli çalışmalar dahil oldu. Bazı mutfak tutkunları, yıllardır bloglarda sanal alemle paylaştıklarını kağıda döktü, ebedileştirdi. Çok da iyi oldu.
Çünkü mutfakta çeşitlilik, fikir, yaratıcılık, kültür, zevk ve coğrafya ne kadar fazlaysa; ilerleme, gelişme, yenilenme ve eskiyi koruma o kadar yoğun yaşanacaktır. Böyle bir mutfakta her damak farklı bir tat alacak, her yürek farklı atacak ve her el farklı bir tat katacak... Ama en önemlisi, o mutfak sonsuza kadar yaşayacak. Tenceresi hep kaynayacak, fırınından nefis kokular yayılacak ve o kokuyu alan her çocuk bunu farkında olmadan bile geleceğe taşıyacak.
İşte bu blogger'lardan biri de sevgili Işıl. Onu tanıdığımdan beri (hatta öncesi var...) kendini pastacılık sanatına adamış biri O. Işıl da bu yıl benim gibi, birikimlerini kalıcı kaynaklarda paylaşmayı tercih etti ve ilk kitabını çıkardı. Tatlı, eğlenceli, mutluluk verici bu tecrübeye sahip olmak isteyenlere tavsiye ederim.

Salı, Ağustos 10, 2010

Artık, Çölyaklı çocuklar da pasta yiyebilecek…




Merhaba
Biliyorum, görüşmeyeli uzun zaman oldu. Ama madem bu kadar zaman yazmadım, geri dönüşü kitap müjdesiyle yapmak istedim.
Biliyorsunuz ben 7 yıldır Çölyaklıyım ve Çölyak olduğumu öğrendiğimde, bundan böyle hayatın çok da kolay olamayacağını anlamıştım। Yasaklarla yaşamak ise, tüm bu hislerimi doğruladı। İlk glutensiz denemelerim, 2005 yılında açtığım Miss Caramel'in temellerini attı. Miss Caramel, Türkiye'nin ilk ve o dönem tek Glutensiz Unlu Mamuller dükkanı oldu. Ama herkese ulaşamadı. Ben de her çölyaklıya ulaşabilmek için, Miss Caramel'de, Çölyaklılar için hazırladığım tüm glutensiz tariflerle, Türk ve Dünya mutfaklarından seçme glutensiz lezzetleri, ilk kitabım "GLUTENSİZ TATLAR"da topladım ve GLUTENSİZ TATLAR 12 Ağustos 2010 Perşembe'den itibaren tüm seçkin kitabevlerinde ve Sistem yayıncılığın online satış adresinde
Bu, benim için çok uzun süren bir rüyaydı ve nihayet gerçek oldu. Umarım her çölyaklının bir nebze olsun hayatını kolaylaştırır.

Perşembe, Aralık 06, 2007

iştah açıcı, balık dostu SKORDALYA...

Zaman balık zamanı. Hele Hamsi, bu yıl çok bol ve ucuz. Fırsat bulmuşken faydalanmak lazım. Doğası gereği yağlı bir balık olan Hamsi'yi bir de yağda kızartmak, hem vücuduma hem de çevreye ihanet gibi geliyor bana. Bu sebeple bir süredir, alternatif pişirme yöntemleri deniyorum ve son yöntemi hepimiz çok beğendik. Kendi yağında, suyunda pişiyor ve en az kızartma kadar lezzetli oluyor, tabii çok daha sağlıklı.
Bizim ailede balığın yanında sadece salata yenir, garnitür yapma alışkanlığı yoktur. Ama ablam sayesinde içiçe geçtiğimiz Girit mutfağında, balığın yanında genellikle patatesli bir garnitür mutlaka yer alıyor. Adı SKORDALYA olan ve yediğimde çok beğendiğim ama kendi mutfağımda hiç denemediğim bu patatesli garnitürü, bu seferki balık ziyafetine davet ettim. Yapılışı kolay, tadı ise biraz kendi damak zevkinize göre ayarlanıyor. Ben yine de kendi ölçülerimi vereceğim ama siz, özellikle sirke ölçüsünü kendi damağınıza göre ayarlayın ki, rahatsız edici bir sirke tadı olmasın...
1 kg Patates (haşlanmış, püre haline getirilmiş)
7 yemek kaşığı sızma zeytin yağı
2 diş sarımsak (tuz ile dövülmüş)
1 tatlı kaşığı tuz
5 yemek kaşığı sirke (siz tadarak az az ilave edin)
Haşlanmış ve püre haline gelmiş patateslere, dövülmüş sarımsak, zeytin yağı ve sirkeyi* ekleyip iyice karıştırın. Mümkün ise yemek zamanından en az 1 saat önce hazırlayın ki, dinlenmeye vakti olsun.
* Ben sirke olarak Tariş'in özel üretim fıçıda bekletilmiş sirkesini kullandım. Bu sirkenin lezzeti nefistir ancak, piyasadaki bir çok sirkeye oranla çok da hafiftir. Eğer sirkeniz çok keskin ise, kendi miktarınızı tadarak kendiniz ayarlayın.

Hamsiyi pişirme yöntemine gelince... Fırını 230C ye ayarlayın, ısınsın. Fırın tepsisine, tepsinin 2 katı büyüklüğünde kesilmiş pişirme kağıdı yerleştirin. Fleto şeklinde ayıkladığınız hamsileri, fotoğraftaki gibi kağıdın üzerine alın. Biraz kuru kekik ve deniz tuzu serpin. Kağıdın diğer yarısını üzerine kapatıp, ister kıvırarak, isterseniz de zımba ile her tarafından kapatın (zarf içinde kalmış gibi olacak). Sıcak fırına verin ve 30-35 dk sonra alıp sıcak sıcak servis yapın. Afiyet olsun...



Perşembe, Kasım 29, 2007

Çingene Turşusu

Eskiden annem daha sık yapardı bu turşuyu. Hazırlaması kolay, yemesi tezdir... Adı turşu da olsa, bildiğimiz salamura turşudan farklıdır tadı. Salamura turşu kurmazdı annem. Çok ender, elimizde büyükçe bir kase, mahallenin bakkalından alınırdı karışık turşu. Daha çok salata yenirdi bizim evde... Hele daha önceden hazırlanıp dolapta yenmeyi bekleyen salatalar hiç eksik olmazdı (hala da öyle). Mevsimine göre, közlenmiş patlıcan ya da kırmızı biber, taratorlu taze börülce, pancar turşusu, haşlanmış karnabahar (şimdilerde daha çok brokoli), turp otu salatası, deniz börülcesi ve bu çingene turşusu...
Hemen hepsi önceden pişirilir, bazısı sosuyla birlikte bekletilir, bazıları ise sofraya gelmeden kısa süre önce buluşturulur sosla ki, lezzeti yerine gelsin.
Nasıl Çingene Palamudu, göçmen bir balık olduğu için bu adı aldıysa, bu turşu da kolay ve çabuk hazırlandığı için ve beklemeye gerek kalmadan, hemen yenebildiği için çingeneler tarafından tercih edilen bir lezzet olmuş sanırım. Hayatın tümü bir günmüş gibi yaşayan çingeneler, bu hızlı yaşantılarında bir çok pratik ve güzel yemeğe imza atmışlar bu zihniyetle. Hatta geçenlerde yazdığım "Tavuk Kapama"nın da diğer adlarının "Çingene Tavuğu" ve "Teneke Tavuğu" olduğunu ben de yeni öğrendim ve pişirdiğimiz yöntemi düşününce, göçebe yaşantıya büyük kolaylık sağladığını farkettim.

Bu turşu için, olabildiğince etli Çarliston Biberleri tercih edin. Önceden hafifçe haşlayacağımız biberler için, verdiğim su ve tuz ölçüsüne lütfen sadık kalın. Çünkü vitamin kaybı olmaması için, haşlama suyunu dökmeyeceğiz. Bu sebeple fazla su ve tuzla pişirmek yanlış olur.

1 kg etli Çarliston Biber

400 ml su

400 ml üzüm sirkesi

8-10 diş sarımsak

1+1 tatlı kaşığı tuz

Biberleri, yıkayıp çekirdeklerini ayıkladıktan sonra 4 cm eninde doğrayın. Bir tencereye alın, üzerine 1 tatlı kaşığı tuz ve 400 ml suyu ilave edin. Kapağı kapalı olarak kaynamaya bırakın. Kaynayınca hemen altını kısın. En fazla 10 dk., biberler hafifçe yumuşayıp sararmaya başlayınca ocaktan alın ve hemen suyu ile birlikte başka bir kaba aktarın ki, pişmeye devam etmesin. Biraz ılınınca, 400 ml sirkeyi ve 1 tatlı kaşığı tuz ile dövülmüş sarımsağı ilave edip soğumaya bırakın. Aslında en ideali, en az bir gece bekledikten sonra yemektir. Ama siz isterseniz soğuduktan sonra servis yapabilirsiniz.

Not : Sirke ve sarımsağın koruması altında, buzdolabında 2-3 hafta saklayabilirsiniz. Tabii yememeye dayanabilirseniz. Afiyet olsun...

Çarşamba, Kasım 07, 2007

BİR YEMEK, BİR MARMELAT...

TARÇINLI BAMYA
Hemen her mutfak kültüründe, bazen tesadüfler, bazen de cesur yemekçilerin közü kara denemeleriyle, bunca yemek çeşitliliği günümüze kadar artarak gelmiş. Kimi zaman kıtlık, mutfakta ne varsa yeni yemekler yaratmayı zorunlu kılmış. Yeni tatlar, insanları yeni keşiflere teşvik etmiş. Bu işin meraklıları, lezzetin peşini hiç bırakmamış ve yeni yeni tatlara yelken açmış.

İşte benim bamya da böyle bir çabanın örneği, ama sonuç denemeye değer. Yapılışı ise çok basit.

Malzemeler :

1/2 kg İri Bamya

10-12 adet sarımsak

200 gr haşlanmış Nohut

2 adet olgun domates

1 çay kaşığı tarçın

tuz

zeytin yağı

Bamyaları yıkayıp ayıklayın. Bir tencerede zeytin yağında, soyulmuş sarımsakları hafifçe kavurun. Kabukları soyulmuş domatesleri doğrayıp ilave edin ve biraz suyunu çekinceye kadar pişirin. Bamyaları, nohutları, tarçını ve tuzu ekleyin. Çok az (100 ml. kadar) sıcak su ilave edip, kısık ateşte bamyalar pişinceye ve neredeyse tüm suyunu çekinceye kadar pişirin. Ilık olarak servis yapın...

ERİK MARMELADI

Bu güzel eriklerle birkaç yıl önce tanıştım. İlk gördüğümde boyutlarından ötürü hiçbir şeye benzetememiş, satıcıya sormuştum. Erik deyince çok şaşırmış olmalıyım ki, adamcağız bir avuç ikram etti ve parasını bile almadı. Tadına bakmak için eve gelmeyi zor bekledim (annemin sözleri kulaklarımda çınladı "yıkamadan yeme sakın...").

Diğer eriklerden çok daha geç zamanda, Ekim ayında olgunlaşan, dışı kırmızı, içi sarı, küçük mü küçük bu erikler pek sulu olmasalar da oldukça lezzetliler. Neden sonra, İstanbul'da tanıştığım bu eriklerin babanın bahçesinde de olduğunu öğrendim. Seviyorum deyince, baba da bir kasa dolusu getirmesin mi? Bu kadar eriği ne yapalım diye düşünürken, marmelat yapmak aklıma geldi. Hemen az bir miktar denedim ve herkez çok beğendi. Yapılışı, kıvamı ve tadı kızılcığa çok benziyor. Bu lezzetli marmelat için, aşağıdaki sevimli eriklerden bulmanız yeterli...

1 kg erik (ben kış eriği diyorum)

1 kg toz şeker

1/2 limon suyu

200 ml içme suyu

Erikleri yıkadıktan sonra, tencereye alın ve suyu ilave edip, kısık ateşte kapağı kapalı olarak kaynatın. Çok kısa zamanda erikler yumuşayıp çekirdeğinden ayrılmaya başlayacaktır. Bu kıvama geldiğinde, kevgir yardımıyla kalın dipli çelik bir tencereye süzün. Kaşığın tersiyle kevgirin içindeki erik posasını sadece çekirdekler kalıncaya kadar ezin. Tenceredeki erik suyuna toz şekeri ilave edip kaynatmaya başlayın. En az bir saat kısık ateşte kaynayacaktır. Ara ara üzerinde oluşan köpüğü alın. Pişip pişmediğini anlamak için, kuru ve soğuk bir porselen tabağa bir damla marmelat damlatın. Eğer damla dağılmadan top gibi duruyorsa kıvamına ulaşmış demektir. Hemen limon suyunu ilave edin, karıştırıp 1 dk kaynatın ve ateşten alın. Sıcakken kavanozlara doldurun. Bu aşamada kıvamı size oldukça sulu gelecektir. Ama merak etmeyin. Meyve suyunu andıran bu kıvam, soğudukça koyulaşacak ve hatta bir gece sonra ne kadar koyulaştığına inanamayacaksınız.

Afiyet olsun...

Pazartesi, Ekim 22, 2007



yeni bir bebek, yeni bir fikir, yeni elbise, yeni bir hayat... Hepsi insanı heyecanlandırıyor. Yeter ki, yeni olsun. Şu günler, bir dönüm noktası benim için, bir milat... ve bu milatta, yeni bir pencere daha açıyorum hayata. Elbette bu pencere, bir mutfak penceresi. Ama diğerlerinden biraz farklı. Daha felsefi, daha manevi... Eğer siz de yediklerimizin, karın doyuran iki lokma yemekten çok daha fazlası olduğunu düşünüyorsanız, bu pencereden içeri kafanızı uzatın... Haute Cuisine pek yakında sizlerle...

Salı, Ağustos 28, 2007

İznik'te göle karşı, nefisss "Tavuk Kapama"

Önceki yazımda, Bodrum dönüşü İznik'e uğradığımızı yazmıştım. Nefis bir lezzet ve enteresan bir pişirme yöntemiyle karşılaştığımızdan bahsetmiştim. Daha önceleri methini duymuş olsam da, ilk kez tattım ve de bayıldım. Bilmediğim bu pişirme yöntemiyle, kuyu tandırı aratmayan bir lezzet ve yumuşaklıkta olan tavuklar, adeta kemiklerinden dağılırcasına piştiler. Hem de sadece 40 dk. da.
Biz tavuk kapamalarımızı, İznik Gölü kıyısında, nefis bir manzaraya karşı pişirdik ve yedik. Yapılışını sizler için aşama aşama görüntüledim.
Aşağıdaki resimde gördüğünüz gibi 30-40 cm uzunluğundaki tahta kazıkları iyice toprağa saplayın. Çok titizseniz, tavukları yerleştirmeden önce kazıkları folyo ile sarabilirsiniz. Bir saat öncesinden, kekik, kırmızı pul biber ve ayçiçek yağı ile marine ettiğiniz bütün tavuğu, şekildeki gibi kazığın üzerine oturtun.
Ağzı tatamen açılmış 18 lt.lik, gıda maddeleri için kullanılan temiz bir tenekeyi, tavuğun üzerine kapatın. Hava almaması için etrafını kum ya da toprakla örtün.
Dört bir yanına ince odunlar yerleştirin. Üzerine biraz çalı çırpı ekleyip, tutuşturmak için de biraz alkol dökün ve ateşleyin. Tavuğun büyüklüğüne göre, ama en fazla 45 dk. hiç açmadan bekleyin. Zaman dolunca, seri hareket ederek önce, ateşleri tenekeden uzaklaştırın ve kalın bir bez yardımı ile tenekeyi yavaşça kaldırın. Nar gibi kızaran tavuğunuzu kazıktan çıkarabilirsiniz.
İşte bizleri bu lezzetle tanıştıran ve artık tavuk kapamanın kompedanı olan Sevgili Fatma. Sizler bu manzarayı bulabilir misiniz bilmiyorum ama, bu yöntem için uygun yeri bulduğunuz anda mutlaka deneyin derim.
Teşekkürler Fatma, ellerine sağlık...

Cuma, Ağustos 24, 2007

Bodrum'dan, damakta ve akılda kalanlar...

Bu yaz, Bodrum Turgut Reis'te bir devremülk kiraladık. 33 yıllık hayatımın en uzun tatili olarak tarihe geçen bu sürecin ilk 15 gününde annem ve babam, 5 gününde sevgili Asuman ve Sarp bizimleydi. Bir hafta kadar kızlarla yalnızdık. Yağmur'un deyimiyle "kız kıza tatil" yaptık :). Son haftayı da babamızla birlikte, çekirdek aile olarak tamamladık.
Hepsi de birbirinden keyifliydi bizim için. Sitedeki komşularımızla, çok güzel dostluklar kurduk.
Yeni dostlarımızla her Cumartesi, Turgut Reis pazarına gittik.
Kızlarla bayılıncaya kadar Deniz Börülcesi yedik. Bu pazar gezilerinden birinde, Bodrum'un yerlilerinden olan birkaç teyzenin tezgahından "Hardal Otu" aldım. Teyzelerimin tarifine göre, 5 dk. haşlayarak pişirdiğim hardal otunun, limon, sarımsak ve zeytin yağı ile birleşiminden oluşan bu salata, nefisti... Kızlar, salatanın tadını pek merak etmeyince hepsi bana kaldı elbet... Şikayet eden kim. Salatayı yerken, öylesine kendimden geçmişim ki, Özden'in yüzünü buruşturarak bana bakışını neden sonra fark ettim. Hemen arkasından da, beni çok güldüren soruyu patlattı. "Onu gerçekten isteyerek mi yiyorsun?" Neden istemeyeyim ki? Kim zorlayacak beni yemek için? Kendi otumu kendim aldım, kendim yaptım, kendim tattım... Ama bunu anlamak O'nun için çok zor olsa gerek :)

Turgut Reis'i çok sevdim. Bodrum'un 20 küsur km. yakınında olmasına rağmen, daha sakin, daha bakir, daha naif... Asuman'la birlikteyken, Turgut Reis'te tek kalan sandalet ustasının dükkanına uğradık. Çocukluğumdan beri sevdiğim Bodrum sandaletlerini, bu minicik dükkanda yapılırken görmek çok keyifliydi. Bu ustadan 25 liraya aldığımız nefis terlikleri, Bodrum çarşısında 95 liraya görünce, popülaritenin bedelini anladık. El yapımı sandalet seven ve isteyenlere duyurulur : Doğru adres Turgut Reis Çarşısı...

Tatilden, İstanbul'a dönüş rotamızı belirlemiştik. Sabah karanlıkta yola çıkacak, ilk olarak Efes ve Meryem Ana'ya uğrayacaktık. Sonra Selçuk'ta bir köy kahvaltısı yapacak, oradan da Ayvalık'a, teyzemize uğrayacaktık. Gece olmadan da İznik'te olacaktık...

Köy kahvaltısı hariç, planladıklarımızın hepsini gerçekleştirebildik. Yol boyunca, şöyle ballı kaymaklı, ev reçelli, petek ballı, sahanda yumurtalı bir köy kahvaltısı hayal edip durduk. Hatta Özden, bu hayalleri biraz abartıp, çöp şiş ve kuyu tandır fantazileri kurmaya başladı. Henüz kuyu tandır için vaktin çok erken olacağına karar verip, Selçuk'ta yol boyunca hayalini kurduğumuz kahvaltıyı aradık, ama bulamadık. Otoyola girip de aç kalma korkusuyla, tabelasında kahvaltı yazan bir mekana girdik. Paket bal, reçel ve tereyağı ile, sayılı olarak tabaklara konmuş ve kurumuş zeytinlerimizi yedik. Hayal kırıklıklarımızı da yanımıza alıp, yolumuza devam ettik.

Ama İznik'te, bizi nasıl bir lezzetin beklediğini bilmiyorduk...

Çok yakında ...

Pazar, Temmuz 22, 2007

Bodrum, Bodrum...

Bu yaz tatilde Bodrum'dayız. Seçim için tatilimizi yarıda kesip İstanbul'a gelmişken, Turgut Reis'te yemek yediğimiz güzel bir mekandan bahsetmek istiyorum.
Bir grup vicdansızın, gözünü kırpmadan yaktığı hektarlarca ormanın, alev aldığı o gün, tüm Bodrum'da elektrikler kesilmişti. Biz de yemeği dışarıda yemek istedik. Benim glutensiz beslenme zorunluluğum, eşim Özden'in bir süredir et ve hamur işinden uzak durmaya çalışması, annemle babamın lezzetli yemeğe düşkünlüğü, bizi aldı ve Nanai'ya getirdi.
İlk kez gittiğiniz bir yerde, uygun fiyata ama kaliteli yemek yemek istiyorsanız, mutlaka bölge esnafına sormalısınız. Nanai, her ne kadar bir esnaf lokantasından çok daha fazlası olsa da, rahat, şık bir atmosferde, nefis müzikler eşliğinde, çok lezzetli yemekler sunuyor. Aşağıdaki mezelerin yanı sıra, Osmanlı Mutfağı, Akdeniz Mutfağı ve klasik ev yemeklerinin hemen her çeşidini bulabiliyorsunuz. Mevsimine göre balık servisi de yapıyorlar.
O gece tanışma şansı bulduğumuz Zafer Bey ve bu güzel lezzetleri yaratan eşi Fatma Hn. işletiyorlar Nanai'yi...
Bu da, Nanai'nin sevimli köpeği Dino. Yemek sonrası bizim kızlarla arkadaşlık etti. Elif'in çektiği bu fotoğrafı eklemeden edemedim.
Yolunuz Turgut Reis'e düşerse, bu lezzet durağında mola vermeden geçmeyin...

Nanai
Tel : 0-252-382 55 33
3. Plaj Sokak No:1/A 48960 Turgut Reis BODRUM

Cimcimelerin 5 yaş pastası : )

3 Temmuz kızlarımızın doğum günüydü. Tatile çıkmadan önceki gece, kendi kendimize, sessiz sedasız kutladık yeni yaşlarını. Bir evin içinde onlardan gizli gizli yaptığım sürpriz pasta çok hoşlarına gitti. Onlar dükkanda birçok çocuk için hazırladığımız, Barbie'li ya da Sünger Bob'lu bir pasta beklerken, aile pikniği ile karşılaştılar. Hem de tatil arefesinde...
İyi ki doğdunuz canlarım. Yeni yaşınız kutlu, her yaşınız bir öncekinden daha mutlu olsun...

Perşembe, Haziran 28, 2007

Adını koyamadıklarımdan...

Bir tanıdığımızda, içinde çiğ havuç olan ve üzerinde sarımsaklı yoğurt sos ile, soğuk olarak servis yapılan versiyorunu yemiştim. Eve döndüğümde, akşam yemeğine gelecek misafirlerimiz için, biraz değiştirdiğim ve sıcak olarak denediğim bu garnitür ortaya çıktı. Malzemeler, her an her evde bulunabilecek şeyler, birkaç aşamalı oluşu biraz vakit alıyor sadece. Ama kesinlikle denemeye değer.
1 kg patates
tuz

1 kg havuç

2 adet büyük kuru soğan

100 gr ceviz

1 çay kaşığı toz tarçın

sıvı yağ

100 gr taze kaşar peyniri

Patatesleri haşlayıp, biraz tuz ilave ederek püre haline getirin. Ilınmaya bırakın. Piyazlık doğradığınız soğanları sıvıyağda hafifçe kavurun. Rendelenmiş havuçları ve tarçını ilave edin. Biraz tuz ekleyip birlikte kavurmaya devam edin. Havuçlar tüm suyunu çekip yumuşadığında ocaktan alın ve iri doğradığınız cevizleri ekleyip karıştırın. Bırakın o da biraz soğusun. Temiz bir buzdolabı poşetini tek kat olarak tezgahın üzerine yayın. Patates püresini ve havuçlu içi, porsiyon sayısına bölün. Bir porsiyon patatesi alıp naylonun üzerine yayın. Ortasına havuçlu içi, tepecik şeklinde yerleştirin ve naylon yardımıyla patatesi bohçalayın. Kapanma kısmı aşağıda kalacak şekilde, yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine yerleştirin. Üzerine rendelenmiş kaşar peynirini serpip, servis yapmadan yarım saat kadar önce, peynirler kızarana kadar fırınlayın. Afiyet olsun...

Pazartesi, Haziran 25, 2007

Bir "Babalar günü" daha geldi geçti...

Daha önceden de yazmıştım. Benim için, el yapımı hediyeler, çok paralar verilmiş hediyelerden daha kıymetli olmuştur. Sanırım kızlarım da bana çekmişler. Ne zaman hediye lafı edilse, ellerine kalemi kağıdı alıp, hediye verilecek kişiye özel resimler yapıyorlar.
İşte bu yüzden, ben ve kızlarım bu babalar gününde de babamıza, bizim için manevi değeri çok yüksek olan bir hediye verdik. Aşağıdaki fotoğrafta göreceğiniz T-shirt'ler, kızların 3-4 aylıkken giyebildikleri ve onları mini minnacık miçolar yapan t-shirtlerdi. 5 yıldır bavulda saklanan bu minikler şimdi, çerçevelenmiş bir şekilde evimizin duvarlarını süslüyor. Biz de babamızı mutlu edebilmenin mutluluğunu yaşıyoruz.
BİR BABALAR GÜNÜ HEDİYESİ DE, İLKER'İN BABASINA...
Sevgili Handan'ın, biricik yakışıklı oğlu İlker, babasına küçük bir pasta verdi bu yıl. Aklınıza gelebilecek her tür tamirat-tadilat-tesisat işi elinden gelen ve tam bir alet-edevat-hırdavat çılgını olan babası Tarık için, pastadan bir alet çantası yaptık. Sevgili İlker, Handan ve Tarık, her babalar gününüz pasta tadında olsun...

Salı, Haziran 19, 2007

6 yıl oldu...

Bazen biz de inanamıyoruz ama, 6 yıl oldu bile evleneli. Kanıtı ortada, kızlar 5 yaşında. Bu yıl evlilik yıldönümümüzde, işte bu şirin kurabiyeleri gönderdim eşime, 3 adet "starliçya" ile birlikte.
Kurabiyelerin bir kısmını, hamurun kendisini renklendirerek hazırladım. Diğerlerini ise,
renkli şeker hamurları ile kapladım. İnce açtığınız şeker hamurunu, kurabiyeler sıcakken yapıştırırsanız, glikoz ya da bal sürmenize gerek kalmadan, hem de pek güzel yapıştırabilirsiniz. Diğer süslemeleri de, farklı renkli şeker hamurları veya glazür ile yapabilirsiniz.
Starliçya, bir bayanın bir erkeğe verebileceği tek çiçekmiş. Haberiniz olsun : ))

Cumartesi, Haziran 16, 2007

Bloggers Choice

Belki çok geç ama, BEN DE ADAY OLDUM...
linkim :

http://www.bloggerschoiceawards.com/blogs/show/18611

: )

Perşembe, Haziran 14, 2007

Küçük hanımlar için Strawberry Shortcake


Detaylı bilgi ve sipariş için : 212 - 571 42 56

Çarşamba, Haziran 13, 2007

Artık Boss ile yolculuklarınızda da Gastronot'u okuyabileceksiniz...

Gastronot Mayıs - Haziran sayısından itibaren, Boss Turizm'in 2 ayda bir yayınladığı, yoldaş dergi TURUNCU'da. Gördüğünüz gibi siz yemek dostlarını, uzun yolculuklarda bile yanlız bırakmıyorum. Siz nereye giderseniz ben de oraya geliyorum.
Boss, Turuncu ve Gastronot'la güvenli, keyifli ve lezzet dolu yolculuklarda buluşmak ümidi ile...

Salı, Haziran 12, 2007

Mevsiminde, taze bakla piyazı...


300 - 400 gr taze bakla (haşlanmış)
2 adet domates
1 adet tatlı, beyaz kuru soğan
1/4 demet maydanoz
1 yemek kaşığı Balsamik Sirke
1 yemek kaşığı nar ekşisi
1 yemek kaşığı sızma zeytin yağı
tuz
Taze baklaları, mümkünse düdüklü tencerede 10 dk kadar haşlayıp süzün ve soğumaya bırakın. Soğanları piyazlık doğrayıp, tuz ile ovarak yumuşatın. Doğradığınız diğer malzemeleri, baklaları, balsamik sirke, nar ekşisi ve zeytin yağı karışımından oluşan sosu da ekleyip, hafifçe karıştırın ve servis tabağına alın. Afiyet olsun...
Not : Bakla, çok allerjen olduğu için, küçük çocuklara veya ilk defa yiyecek kişilere dikkatlice verilmelidir.

Çarşamba, Haziran 06, 2007

Miss Caramel'de Kurabiye Şöleni - 3

Sünger Bob Kare Pantolon
Elbette arkadaşı Patrick
missss gibi Petit Beurre...
Kurabiye evimize kar yağdı...

Miss Caramel'de Kurabiye Şöleni - 2

Domino oynar mısınız?
Peki ya iskambil...
"Çanlar kimin için çalıyor?"
Rengarenk çiçek bahçesi
ve çarkıfelek dönüyoooooor...

Free Web Site Counter
Website Counter