gastronot
yeme-içme kültürüne dair...
Hakkımda
- Ad: gastronot
- Konum: İstanbul, Türkiye
Merhaba, ben Bahar Yaka. 36 yıllık hayatımın 24 yılını doğduğum şehir olan İzmir'de geçirdim. Yemek yapmayı ve yemeyi çok seven, her öğünün adeta ritüel olduğu bir ailede büyüdüm. Herkesin bulunmak için büyük özen gösterdiği akşam yemeklerinin, geç vakit yapılan pazar kahvaltılarının tadı hala damağımdadır. Balkan kökenli bir ailenin 2. kuşak İzmir'lisi olarak, damağım hem Akdeniz mutfağının eşsiz lezzetleriyle tanıştı hem de Trakya mutfağının ot kokulu yemeklerinden tattı. Böylece yemek ve içmek hayatta en çok sevdiğim şeylerin başında yeraldı. Yaşım ilerledikçe şarapla tanıştım. Hatta tanışmakla kalmayıp kendi şarabımı yapmaya başladım. Şarabın en yakın dostu olan peynir ise, asla vazgeçemeyeceklerim arasındaydı. Her yeni tadın içindekini keşfetmek ve onu denemek en büyük hobilerimden oldu. Bu site sayesinde de bildiklerimi sizlerle paylaştım.
Cuma, Nisan 28, 2006
Perşembe, Nisan 27, 2006
Bir kitap tavsiyesi
Madımak'ı nasıl pişirsem...
y.n.: Yukarıda gördüğünüz madımak fotoğrafı Mutfakta Zen'i yaratan sevgili Tijen İnaltong'a ait. Ne kadar da güzeller değil mi? Sayfamda kullanmama izin verdiği için Tijen Hn.'a çok teşekkür ederim.
Salı, Nisan 25, 2006
Gastronomi Atölyesi başladı...
Cuma, Nisan 21, 2006
Yeşilimsi lezzetler
Fark yaratın...
Çarşamba, Nisan 19, 2006
Çağla Bademin muhteşem dönüşü...
"Çağla" deyince aklımıza nedense hep çağla badem gelir. Oysa çağla kelimesi "ham" yani henüz olmamış anlamına geldiği için, sadece badem için değil, kayısı ve erik gibi daha bir çok meyvenin olmamış hali için kullanılabilir. Şimdilerde bademin çağlasının tam zamanı, hatta erik tahtı elinden aldı alacak. Sıcak şehirlerimizde büyük ihtimalle ortadan kaybolmuştur bile. Çocukluğumdan beri ilkbaharın gelişini ilk müjdeleyen hep çağla badem olmuştur. İlkbaharı çok kısa yaşayan İzmir'de, erik çıktığında yaz gelmiş sayılırdı. Tabakta papaz erik ile kiraz kombinasyonuna bayılırdım. Kısa süre sonra aralarına "yenidünya" ya da Frenk Elması ya da İstanbul'daki adıyla Malta Eriği katılırdı. Ne renk cümbüşü ama... Kayısılar çıkmaya başladıkça, erikler kendini yavaş yavaş naza çeker, kısa sürede de sofralarımızı terk ederlerdi. Görüntü bozulacak diye yemeye kıyamam, ama bir tadına baktım mı asla bırakamazdım.
Pazartesi, Nisan 17, 2006
Hafta sonu Abant çok güzeldi...
Bugünlerde bir yandan, yapacağımız "mutfak kültürü atölyesi"nin pazar günkü tanışma toplantısı için çalışıyorum, bir yandan da sankidergi'nin Mayıs sayısında çıkacak yazımı hazırlıyorum. Bu yoğunlukta unutup da mührü zamana uğratmak istemedim. Üzerinden çok geçmeden geçen hafta sonu gerçekleştirdiğimiz harika Abant gezisini yazmak istedim. Cuma akşamı kızları yuvadan, arkadaşlarımız Aynur ve Mehmet'i de Rumeli Hisarı'ndaki şirin evlerinden aldıktan sonra yola koyulduk. İstanbul trafiğinden kurtulup Bolu'ya yöneldiğimizde güneş kendini dağların ardına gizledi ve hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Oldum olası gece araba kullanmayı sevmem, Özden de öyle. Hissediyordum ki, O da karanlık bastırmadan otele gidebilmeyi umut ediyordu. Tabii ilk gidişim olduğu için, Bolu Dağı'nın kaprisli ve insanla adeta dalga geçen sisinden bir benim, bir de kızların haberi yoktu. Sis, asfaltı okşamaya başladığında, ben sinirlerim yay gibi gerilmiş, bedenim arka koltukta, ruhum ön koltukta öylece bir süre yola devam ettik. Neyse ki sis, uzun sürmedi ve bunca yıldır Özden'in "ooo Abant çok uzak" diyerek beni atlattığı ortaya çıktı. 2,5 saatte otele varmıştık. Abant yolunun 3. km.sinde bulunan PetroClub AbantBey'de kaldık. Çok geniş, yemyeşil bir arazide bir sürü dublex evin olduğu, şirin mi şirin bir site. Hava kararmış olduğu için, çevre manzarayı hayalimde canlandırmakla yetindim. Hızla eşyalarımızı evimize attık ve akşam yemeğine yetiştik. Klasik bir açık büfeydi, yemek konusunda anlatacak pek bir şey yok. Bizimle birlikte salonda yemek yiyen 10 kadar misafiri görünce, büfedeki bunca yemeğin ziyan olacağına üzüldük hepimiz. Neyse ki, bizden yarım saat sonra çok kalabalık birkaç grup geldi de büfe temizlendi. O akşam, evimize yerleşmekle ve dinlenip sohbet etmekle geçti. Yol boyunca arabada yeterince hareket edemeyen cadıları bütün gece evin içinde tutmakda zorlandık.
Şimdi enginarın tam zamanı...
Sınıflandırmakta çok zorlanıyorum ama kesinlikle enginar, en çok sevdiğim sebzelerden biri. Her ne kadar İzmir'de alıştığım gibi küçük, ince yapraklı, körpe enginarları İstanbul'da bulamasam da, bulduklarımla idare ediyorum artık. Boyutları neredeyse hentbol topuna yaklaşan, sert yapraklı enginarlarla dolma yapmak mümkün olmadığı için herhalde, her yerde ayıklanmış göbek halini bulabiliyorsunuz. Fiyatı ise, ister istemez insanları "kuşkonmaz" muamelesi yapmaya itiyor. Böylece bilmeyenin dışında hiç kimse İstanbul'da enginar almıyor, alıp pişirmedikçe tanımıyor ve hep bu lezzetten mahrum kalıyor. Oysa İzmir'de, yumurta boyunda dahi enginar bulabiliyorsunuz. Tabii ki aldığınızda yapacağınız yemeğe göre kendiniz ayıklıyorsunuz. Evet ayıklarken elleriniz birkaç gün kına yakılmış gibi boyanıyor ama, bu lezzet için değiyor bence... Zeytinyağlı dolması, taze ve iç baklayla dansı ve yeni denediğim ezmesi, enginara Akdeniz Klasiği demek için yeterli.
Cuma, Nisan 14, 2006
Abant'a giderken götürmek için yaptığım, susamlı kurabiyeler. Henüz fırındayken dayanadım sizin için fotoğrafladım. Mmmm çok güzel kokuyor.
05.05.2006 Cuma günü eklenmiştir:
Sevgili Figen biliyorum çok geç oldu ama yine de kurabiyelerin tarifini senin için yazıyorum :
350 gr. Un
200 gr. nişasta
1 çay kaşığı karbonat
2 yumurta sarısı
1/2 limon suyu
1 tatlı kaşığı tuz
1,5 yemek kaşığı pudra şekeri
250 gr. yumuşamış margarin (veya tereyağı)
50 ml. su
üzeri için susam
Tüm malzemeleri iyice karıştırıyoruz. Biraz zor toparlanan ama, hiç ele yapışmayan bir hamur oluyor. Kolayca ve istediğiniz gibi şekillendirip, yumurta ve susamla süsleyebilirsiniz. Üzerine sarılarını ayırdığınız yumurta aklarından birini kullanın. Bu ölçü ile ortalama 40 adet küçük simit çıkıyor.
Afiyet olsun...
Perşembe, Nisan 13, 2006
Sophia Loren'in Aşk Mutfağı
Nihayet Deniz Börülcelerime kavuştum...
Nisan başında doğum günüm için annemlerin gönderdiği paketten, hediyelerimin yanında 5 demet deniz börülcesi çıktı. Aslında süpriz olmadı, ben ısmarlamıştım ama mevsimin çok başında olduğumuz için geleceğini pek sanmıyordum. Tabii İzmir'in İstanbul'dan ne kadar sıcak olduğunu unutmuşum. Nasıl da özlemişim. Evde benden başka kimse yemediği için (belki biraz Yağmur yer...) hepsinin hakkından tek başıma geleceğim. Ben her zaman, haşladıktan sonra yiyeceğim kadarını zeytinyağı ve limonla birlikte tükettim. Ama bu sefer bir kısmını Ayvalık'ta bir restaurantta inatla yemek istemediğim şekilde sirke ve sarımsak ile deneyeceğim. O gece Ayvalık'ta inatlaştığım şef duyarsa bana çok kızacak. Olayı anlatayım :
Salı, Nisan 11, 2006
Biliyorum geç kaldım...
"Havalar artık ısındı, bu havada sıcak şarap mı olurmuş" dediğinizi duyar gibiyim. Biliyorum geç kaldım ama ne yapalım artık bir daha ki kışa denemek üzere sıcak şaraptan bahsetmek istedim bugün.
İyi bir sıcak şarap için en önemli şey şarap seçimidir ve en uygun şaraplar dömisek kırmızı veya pembe şaraplardır.
1 şişe dömisek kırmızı veya pembe şarap
25 gr esmer şeker (eğer şarabınız sek ise 50 gr.)
1 adet portakal (kabugu bıçakla derin derin kesilerek ayrılmış*)
*1 adet portakal kabugu
1 avuç dolusu çekirdeksiz kuru üzüm veya tavla zarı kadar küçük kesilmiş elma**
**1 adet elmanın kabukları
1-2 adet kakule
1-2 adet yıldız anason
1-2 adet çubuk tarçın (baharatlar isteğe ve damak tadına bağlı olarak çok çeşitlendirilebilir, inanın karabiber ve isota kadar abartabilirsiniz)
- eğer şarabın kendi alkol oranı bize az gelir derseniz 1 bardak kaliteli votka ekleyebilirsiniz.
- eğer biz çok yoğun baharat tadı almak isteriz derseniz tercih ettiğiniz baharatları bir gece önceden bir bardak içme suyunun içinde bekletin ve ertesi gün baharatlarla birlikte bu suyu da şarabınıza ekleyin.
Gelelim hazırlanışına : şarabı ve toz şekeri, ısıya dayanıklı bir kaba boşaltın. baharatları, portakalı, elma ve portakal kabuklarını temiz bir bez keseye yoksa bir tülbente sarıp içine atın, üzüm ya da elma parçalarını da ekleyin ve ben mari usulü ısıtın. asla kaynatmayın çünkü alkol uçucudur ve yok olup gider. Buharlaşma başladığını gördüğünüz anda ocaktan alın, baharat kesesini içinden alın, tercihan büyük fincanlara, üzüm veya elmalarıda unutmadan paylaştırıp soğutmadan servis yapın. Yanında kar manzarası çok iyi gider. Afiyet olsun... (bir daha ki kışa)
Diyet yaparken
Pazartesi, Nisan 10, 2006
“Cottura, Aldante, Passione…”
“Bir varmış, bir yokmuş. Çin denen uzak bir ülkede, öyle bir tat varmış ki, doğuya giden Avrupalı denizciler bu tada hayran olmuşlar ve O’nu alıp kendi ülkelerine, yani İtalya’ya götürmüşler. Bu tat, İtalya’da kendini o kadar çok sevdirmiş ki, sofradan sofraya atlayarak bütün Akdeniz’e yayılmış. Bu kadarı da yetmemiş, tüm Dünya’yı dolaşmış. Gittiği her ülkede mutfaklara girmeyi, gönülleri fethetmeyi başarmış ve tadına bakan herkes, O’nu bir anne şefkatiyle kucaklamış. Kendi ülkesinin özellikleriyle belki biraz değiştirmiş, ama özünde o hep aynı İtalyan makarnasıymış.”
“Cottura, Aldante, Passione” bu üç kelimeyi duyan her İtalyan’ın aklına gelen tek şey makarnadır. Cottura, “pişme” demektir ve daha çok makarna için “pişme süresi” olarak kullanılır, Aldante ise, “tam pişmişten biraz daha az pişmiş” anlamına gelir ki bu da İtalyan’ların en sevdiği kıvamdır. Tabii ki “tutku” anlamına gelen passione de İtalyan’lar için makarnayla eşanlamlıdır.
Evet, bu ayki lezzet durağımızda, her ne kadar İtalyan mutfağına ait olsa da hepimizin vazgeçilmezi olan, makarnadan bahsedeceğiz. Hatta bahsetmekle kalmayıp kendi makarnamızı yapacağız. Hayır yanlış okumadınız, un ile yumurtanın dostluğunun nasıl bir makarna ziyafetine dönüştüğünü göreceksiniz ve hemen eve gidip kendi makarnanızı yapmak isteyeceksiniz.
Makarna, Akdeniz mutfağının en lezzetli, en pratik başyapıtlarındadır. Kolay ve çabuk pişirilmesi, bazen hafife alınmasına sebep olsa da, Dünya’da en fazla varyasyona izin veren yiyeceklerdendir. Basit dediğiniz makarna, hazırlayacağınız 1001 değişik sosla çok özel hallere gelebilir. Sizden beklediği sadece biraz hayal gücü, biraz da yaratıcılıktır. Sebzelerle çok hafif bir vejetaryen yemeği olurken, farklı soslarla kılıktan kılığa girer. Deniz mahsulleriyle Akdeniz kokusu yayarken, tavuk, et ve baharatlarla çok da otantik bir yemek olabilir. Yani makarnanızla sofranıza istediğiniz havayı vermek sizin elinizdedir…
Makarna, hazır ve taze olmak üzere iki çeşittir. Özünde makarna hamuru, un ve yumurtadan ibarettir. Hazır makarnalarda kullanılan un, “semolina unu” dediğimiz, bizde daha çok “durum buğdayı” diye adlandırılan yüksek protein değerlerine sahip buğdaydan elde edilen, çok besleyici ve kaliteli bir undur. Rengi, alışılmış rafine una rağmen çok daha sarı olduğu için, yediğimiz hazır makarna hamurlarının rengi de sarı olur. Bizim yapacağımız makarna için semolina unu bulmamız zor olacağından dolayı, rafine buğday unu kullanacağız. Hazırlayacağınız hamurla, ister değişik soslarla şerit makarnalar, isterseniz nefis, Lazanya, Ravioli ve Tortellini’ler yapabilirsiniz.
500 gr. Unu tezgahta tepecik haline getirip, ortasını çukurlaştırın. 2 büyük boy yumurtayı, 1 tatlı kaşığı zeytin yağını, 1 çimdik tuzu ekleyip karıştırın. Hamur, asla ele yapışmamalı, çok elastik olmalıdır. İstenilen kıvama gelmediyse, çok az az soğuk su eklenebilir. İyice yoğurduğunuz makarna hamurunu, varsa makarna kesme makinenizde, yoksa merdane ile tezgah üzerinde açabildiğiniz kadar ince açın. Yine varsa makine ile, yoksa bıçakla uzun şeritler halinde kesin. Pişirinceye kadar çok hafif unlanmış bir tepside bekletebilirsiniz. Taze makarna hamurunuzu buzdolabında 3-4 gün saklayabilirsiniz. Ancak ideal olanı hemen pişirilip yenmesidir. Hazırladığınız şerit makarnaları, içine çok az tuz ve zeytinyağı eklediğiniz kaynar suya atın. Dikkat edin, çünkü taze makarna, hazırına oranla çok daha çabuk pişecektir (2-3 dk. da). Makarnaların piştiğini su yüzeyine çıkmalarından anlayabilirsiniz. Piştikten sonra süzerek, üzerine çok az zeytin yağı gezdirin. İstediğiniz sosla lezzetini arttırabilir, içine peynir, sebze, et, tavuk veya deniz mahsulü ekleyebilirsiniz.
Yaptığımız hamur İtalyan makarnasının temel taşıdır. Bundan sonrası sizin damak zevkinize ve yaratıcılığınıza bağlı olarak çeşitlenecektir. Aynı mantıkta, farklı çeşnilerle ne kadar çok alternatif elde edebileceğinizi göreceksiniz. Önemli olan değişik tatları keşfetmek ve denemektir. İtalyan’lar, makarna olan sofraların aileleri daha da birbirlerine yakınlaştırdığını düşünürler ve Onlar için, tüm ailenin bir araya geldiği pazar yemeklerinde sofranın vazgeçilmezidir makarna.
Makarnanın, aklınıza ilk gelen spagettiden çok daha fazlası olduğunu unutmayın. Lazanya, bu ailenin en tercih edilen fertlerindendir. Makarnanın, etli-sebzeli iç, beşamel sos ve peynir ile buluşmasından oluşan bu harika yemek, başlı başına bir klasiktir.
Az önce yaptığınız basit hamurun, böylesi bir lezzete dönüşeceğini düşünemiyorsanız, hayret etmeye hazır olun. Hamurunuzu incecik açtıktan sonra 12-13 cm genişliğinde ve pişeceği kalıbın boyunda kalın şeritlere bölün, unlanmış tepside bekletin. İçini hazırlamak için yapacağınız lazanyanın ölçüsüne göre kuru soğanı ince ince kıyın, bunlara çok ince doğranmış sarımsak ekleyin ve teflon bir kapta, zeytinyağında hafifçe kavurun. Kıymayı ekleyin ve birlikte karıştırarak tekrar kavurun. Rendelenmiş domatesleri, çok ince kıyılmış kereviz saplarını ve birkaç adet defne yaprağını eklemeyi unutmayın. Domatesler suyunu çektikten sonra, haşlanmış bezelyeleri ekleyin, birkaç dakika daha birlikte pişmesine izin verin. Biraz tuz ekleyin ve defne yapraklarını çıkarmayı unutmayın. Başka bir sos tenceresinde, biraz zeytinyağını kızdırın bir yemek kaşığı kadar unu sürekli karıştırarak hafifçe kavurun. Ama renginin kararmasına izin vermeyin. Karıştırmaya devam ederken çok soğuk sütü yavaş yavaş üzerine ekleyin. Kısa zamanda kıvamının koyulaştığını göreceksiniz. Bu aşamada başka bir kapta ısıttığınız ılık sütü azar azar ekleyip sosunuzun kıvamını ayarlayabilir ve kaynamasını hızlandırabilirsiniz. Derince bir fırın kabına bir kat lazanya hamurlarını yan yana yerleştirin, üzerine bir kat iç, onun üzerine de bir kat beşamel sos dökün. Aynı işlemi tekrarlayın. En üst katı bir sıra hamurla kapatın. Üzerine rendelenmiş kaşar peyniri ekleyin ve fırına verin. Çıkan sonuca inanamayacaksınız.
Yine makarna ailesinin iki mensubu daha vardır ki, biz onları pek tanımayız. Belki de isimlerini menülerde okuruz, “aman bilmediğimiz şeyleri yemeyelim” diyerek kendinizi bu lezzetten mahrum bırakırız. Ama, ben bu riski sizin için göze alacağım ve Ravioli & Tortellini kardeşleri sizinle tanıştıracağım.
Ravioli ve Tortellini, tabii ki yine bizim sihirli hamurumuzla yapılıyor. İç malzemesi olarak genelde çeşitli peynirler tercih edilse de, ıspanak, bezelye, mantar, deniz ürünleri, et ve tavukla yapılanları da mükemmel oluyor. Bu tip makarnanın yapımında en önemli püf noktası, hamurun içine koyacağınız malzemenin kuru olmasıdır. Aksi takdirde hamur yapışmaz ve kaynama esnasında iç, hamurun içinden çıkabilir. Ravioli ve Tortellini daha çok şeklen birbirinden ayrılır.
Ravioli yaparken, incecik açtığınız makarna hamurunuzu, çay tabağı büyüklüğünde dairelere kesin, içine koymak istediğiniz peynir, et veya sebzeli içi ekleyip, yarım daire şeklinde ikiye katlayıp kenarlarını bastırarak kapatın. İkinci bir şekil verme yöntemi ise, iç malzemeyi kestiğiniz daire hamurun tam ortasına, küçük bir tepecik yapacak şekilde koyun ve üzerini başka bir hamur dairesi ile örtün, üst üste gelen dairelerin kenarlarını tamamen bastırarak kapatın. Şekli aynı, geniş kenarlı bir Meksika şapkası gibi olacaktır. Tuz ve zeytin yağı eklenmiş kaynar suda 2-3 dk pişirin. Tabağa aldıktan sonra üzerine, zeytinyağı, kızdırılmış tereyağı ya da arzu ettiğiniz bir sosla servis yapın.
Tortellini yapmak için ise, çok ince açtığınız hamuru, daha küçük dairelere kesip, daha az miktarda içi hamurun ortasına yerleştirin. Hamuru önce ikiye katlayın, yarım daire şekli verip kenarlarını bastırın, sonra hamurun sivri iki ucunu birleştirip, hamura bohça şekli verin. Diğer bir şekil verme yolu ise, daire şeklinde kesip ortasına iç yerleştirdiğiniz hamuru karşılıklı iki uçtan bohça yapar gibi birbirinin üzerine katlayın, ama bastırmayın. Üst üste gelen kısımlar tezgaha değecek şekilde hamuru ters çevirin, diğer iki ucu yukarıda karşılıklı birleştirip bohça şekli verin. Haşlayıp süzdükten sonra dilediğiniz sosla lezzetine lezzet ekleyin.
Bir çoğumuz, market raflarında ambalaj içinde gördüğümüz hazır gıdaların evde yapılabileceğine inanamayız. Oysa düşünmeyiz ki, bu teknoloji olmadan önce her şey evlerimizde, kendi mutfaklarımızda yapılıyordu. Hayatın temposu, bizleri hızlı yaşamaya öyle alıştırdı ki, insan becerisinin sınırlarını unuttuk.
“Unutmayın her şey sizin hayal gücünüzde gizlidir. Yapabileceklerinizin farkına varın.”
Cumartesi, Nisan 08, 2006
Pesah'ınız kutlu olsun...
Ahh şimdi bir Uzeri'de olmak vardı...
Mikis Teodorakis'in bir albümünü dinliyorum şu an ve tabii ki Girit'i düşünüyorum. Bir Girit'liye gönlünü kaptıran ablamın yaşadığı Girit'i, yazar Kazancakis'in mezarını taşıyan Girit'i, Konya'nın kardeş şehri Hanya'nın bulunduğu Girit'i, Zorba'nın Girit'i...
Perşembe, Nisan 06, 2006
Her ortama ayak uyduran Tofu...
Ne renklidir pazaryerleri
İzmir'de ailemle birlikte yaşadığım yıllarda, annemle ablam semt pazarını dolaşmaya bayılırdı. Hiç anlamazdım onları. Sebze, meyve görmenin nesi güzel derdim. Israrlarına rağmen onlara katılmazdım. Daha sonra babam emekli oldu, alışveriş görevini annemden devraldı. Baktım ki daha önce pazarın yolunu bilmeyen babamı da sardı bu aşk. Kısa zamanda oturduğumuz semtin pazarındaki satıcılar, "babamın domatescisi", "babamın meyvecisi", "babamın patatesçisi" oldular. Ben bu muhabbetten hep uzak tuttum kendimi, ta ki mutfak ve ben başbaşa kalıncaya kadar...
Pazartesi, Nisan 03, 2006
Pazar Güncesi (2 Nisan 2006)
DUYURU
Sevgili Mutfak Dostları,
3 nesil aşçı olan bir aileden gelen, Mutfak Dostları Derneği'ni kuranlardan biri (Tuğrul Şavkay, Aydın Yılmaz diğer üstad lar ), Şarap Dostları Derneği, Profesyonel Aşçılar ve Mutfak Profesyonelleri Dernekleri kurucularından, Akademi istanbul Mutfak sanatları merkezinde 2000 civarında kişiye ders veren ve ayrıca , Dünya mutfağı, Türk mutfağı, Osmanlı mutfağına dair dersler veren, hem Yük. Mak. Müh. hem de değerli şeflerimizden olan Sn. Emrullah Gümüştaş kendisine, 1 yıl boyunca eğitebileceği ve mutfak kültürüne dair öğrenmek isteyeceği herşeyi öğretebileceği 10 adet “çırak” aramaktadır. Amacı mutfak kültürüne nitelikli kişiler kazandırmak ve bilgi birikimini paylaşmak. Ancak bu paylaşım için ustamızın bazı şartları var: Şimdilik düsünüldüğü üzere 1 yıl sürecek olan bu atölye çalışmasında, her ay bir gün toplanılacak, ama ayın geri kalan günlerinde verilen ödevler ve araştırmalar harfi harfine yapılacak. Malzemeleri tanımaktan, pişirme yöntemlerine, sunumlardan, yeni reçete keşfine kadar her konuda bilgi edinilecek bu atölye çalışmasını benim dükkanda (Bakırköy’de) gerçekleştireceğiz. Dükkan dediğime bakmayın burası bir mutfak… İlk çırak ben olacağım için, geri kalan diğer fedakar, istekli, hevesli, bu konuya gönül verecek 9 kişi tamamlanınca calışmalara başlayacağız. Asağıdaki linkde Emrullah Bey’in kendi ağzından daha önce yazdığı yazıyı okuyabilirsiniz. Şu anda yazısındaki gibi profesyonel olma şarti yok.
http://www.bilesim.com.tr/forum/read.php?f=7&i=409&t=409&v=t
Haydi önlüklerinizi takın, sizi bekliyoruz…
İrtibat : Emrullah Gümüştaş
gumustase@yahoo.it
gumustas@ttnet.net.tr
0-532 – 306 29 76